Ebü Leys (r.a) hikâye ederek anlatır ki:

Bir yıl Bağdad’ın zenginleri hacca gidiyorlardı. Bağdad’da bir sâlih fakir vardı. İşitti ki hocalar hacca gidiyorlar.
“Ben de onlarla beraber hacca gideyim” diye niyetlendi.
“Onların malı varsa, benim de Allah’ım var. Mevlâm beni besler. Benden ihsânını eksik etmez. Ben Mevlâm a sığınıyorum. Böyle giderim” dedi.
Şehrin dışına çıktılar. Şehir halkı ve ileri gelenleri bu hocalarla helâllaştılar. Fakir herkesten ileride bulunuyordu.
Komşusu olan bir hoca, katırı ile kendisine yetişti ve fakir komşusuna hitaben:
— Sen de mi hacca gidersin? dedi.
Fakir:
— Evet, ben de hacca gidiyorum. Rabbimin evini ziyaret etmek istiyorum. Allah nasip ederse…

Hoca onu alaya alır ve der ki:
— Bineğin yok, azığın yok, bâri birkaç bin altının var mı?
Fakir cevap verir: .
— Allah beni besler. Âlemin rızkını veren O’dur. Hepimiz O’nun hazinesinden yeriz.
Hoca biraz buna güldü. Fakir de biraz hızlı yürüyerek hocadan ayrıldı. Bir daha hocaya görünmedi.
Mekke’ye vardılar, tavaf eylediler. Döndüler. Mekke şehrinden çıktılar. Hoca gördü ki fakir de yine tavaf eylemiş, Allah’ın evini ziyaret etmiş, evine dönüyor. Hem de sağ sâlim olarak.

Hoca fakire uzun müddet baktı, hayret etti. İleri vardı ve dedi ki: “Komşu vardın Beyt’i tavaf ettin mi?”
Fakir, hocaya cevap verdi:
— Allahü Teâlâ’ya şükr olsun ki, benim yüzümün karasına bakmadı. Bana o mübârek makamı nasip eyledi. Geldim, tavaf ettim, sağ sâlim yine evime dönüyorum.
Hoca dedi ki:
— Komşu! Sana da Berat verdiler mi?
Fakir:
— Nice berat verirler? diye sordu.
Hoca, fakire cevap verdi:
— Allah’ın evini ziyaret edene Tamüdan âzâd olduğuna dair berat verilir. İşte bizim beratımız, diyerek fakiri kandırdı. Fakir ağlayarak Beyt-i Şerif’e döndü. Hoca ve arkadaşları zavallıyı aldattık diye gülüştüler,
Fakir vardı Kâbe’nin önüne başını eğdi, yüzünü yerlere sürdü, ağladı ve inledi. Şöylece duâ etti:

— Ey âlemleri yaratan ezeli ve ebedi olan Allahım! Sen her şeye kadirsin, gani padişahsın, ihsânın bütün kullaradır. Kullarının bir kısmına berat vermişsin ki Tamüdan âzâd olalar. Orada incinmeyeler: Ben kuluna berat verilmedi. Yoksa ben âzâd olmadım mı? dedi. Kendinden geçti, bayıldı.
Gördü ki bir kişi geldi ve ona;
— Kaldır başını yâ Fakir! Al beratını ve yoldaşlarına eriş, dedi.
Fakir biraz bekledi ve kendine geldi. Gördü ki elinde hiç dünya kâğıtlarına benzemeyen bir kâğıt var. Kokusundan fakirin canı mest oldu. Kâğıdı öpüp başına koydu. Yüzüne gözüne sürdü. Bağrına bastı. Koynuna soktu. Yine arkadaşlarına yetişti. Bunu arkadaşları gördüler, yanlarına geldiğinde gülüştüler
— Aldattık, dediler.
— Cehennemden âzâd olma belgesini aldın mı, diye sordular.

Fakir:
— Aldım, dedi.
Komşusu olan hoca derhal ileri atıldı:
— Getir, görelim, dedi.
Fakir, elindeki kâğıdı hocaya sunuverdi.
— Yâ hoca! Seninkiyle beraber sakla, dedi.
Hoca gördü ki bu kâğıt yeşil, yazısı beyaz, nurdan olan kokusu canları mest eder.
Bunu bu şekilde görür görmez hoca hayretler içinde kalarak feryat etti. Kendini katırdan aşağı attı, aklı başından gitti, Bir zaman sonra doğruldu, aklı başına geldi. Kâğıdı aldı, öptü, yüzüne gözüne sürdü, âh etti:
— Vah benim geçen ömrüme! Boş ve yok yere çürütmüşüm. Keşke ne olaydı ben de bu fakir gibi, bir fakir-i sâdık ola idim. Onun erdiği saadete ben de erseydim, bu fakir sadakati sebebiyle ne mertebelere ulaştı, ben bütün malımı mülkümü versem bu kâğıttakilerin bir noktasını alamam.
Âh eyledi. Ağlayıp göz yaşları döktü. Bu kâğıdı elbisesinin arasına koydu, evlerine avdet ettiler.
Fakir hocaya dedi ki:
— Yâ Hoca! Benim beratımı sakla ki öldüğüm vakit kefenimin arasına koyup kabrime benimle birlikte koyasın.
Hoca beratı aldı, sandığına koydu. Ticaret için oradan ayrılıp gitti.
Hoca ticarette iken fakir vefât etti. Beratı hocanın sandığında kaldı. Fakiri yıkadılar, kabrine koydular. Birkaç ay geçtikten sonra hoca evine geldi. Fakir’i sordu.
— Öldü, sen sağ ol, dediler.
Hoca ağladı, feryat etti.
— Zavallının bende emaneti vardı. Emanetini yerine getiremedim. Vasiyetini tutmamış oldum. O âhirete göçtü, beratı bende kaldı. Bana ısmarlayıp emanet ettiği beratını yanına koyamadım dedi ve bir müddet ağladı:
Vaktâ ki evine geldi, sandığı açtı, beratı aradı. Gördü ki berat gitmiş. Bulamadı yine ağladı. Dedi ki:
— Gidip kabrini açayım, bakayım. Ola ki bir kimse beratını alıp ona vermiş olabilir.

Doğruca fakirin mezarına vardı, kabrini açmak istedi. Bir
ses geldi ki:
— Kabri açma! Biz ona o beratı veririz. Dışarda bırakmayız.
Hoca bu sesi işitti, kendisinden geçti, bayılıp düştü. Yattığı yerde ölmüş olan Fakir’i gördü. Fakir kendisine şöyle sesleniyordu:
— Yâ hoca! Allah sana selâm etsin. O berat bana geçti. Çok şükür. Münker ve Nekir meleklerine gösterdim. Beni sorgu suale tâbi tutmadılar. Amma bana bu beratı senin sebebinle verdiler.
Hoca evine döndü. Fakir’in ruhu için hatimler okuttu. Yemekler pişirip dağıttı ve sadaka verdi.