Bir önceki yazımdan devamla, üzerinde yaşadığımız şehrin derinliklerinde olan bitenden haberdar olmak kentimizi içselleştirmemizi ve sahiplenmemizi kolaylaştırır. El hasıl, yapanı belli olmayan ilk tılsım, Melemen (Menemen) içinmiş. Tılsım, Evliya Çelebinin deyimiyle soluk yüzlü insanların yaşadığı Menemeni ziyaret eden bir dervişin, ağırlanmasını beğenmemesi üzerine yaptığı belirtilmiş. Sultan Ahmet Han hazretleri döneminde (17. Yy.) yaşadığı rivayet edilen ve Melemenden memnuniyetsiz kalan derviş, balmumuna sarılı bir sivrisinek suretini, “geceler hatırınız hoş olmasın, her gece hane- berduş olasız” diye bedduada bulunarak oradaki derince bir kuyuya atmış.

“geceler hatırınız hoş olmasın,
her gece hane- berduş olasız”
O gün bugündür kurutulmaya çalışılan bu kuyu tam anlamıyla kurutulamamış. Sivrisineklerin mekânı olmuş adeta. İşin garibi kuyudan türeyen sivrisinekler sadece Menemeni ziyarete gelen misafirlere ilişmezlermiş. Menemenlileriyse canından bezdirmiş. Ahali, özellikle Temmuz aylarında hanelerini terk ederek zamanlarının birçoğunu bağ ve bahçelerinde geçirmek zorunda kalırlarmış. Bekçiler geceleri halkı sivrilerden korumak için mütemadiyen davul bile çalarlarmış. Buna sebep, Evliya Çelebinin “Melemen davulu gibi ötmek” deyiminin de buradan neşv-ü nema bulduğuna sık sık vurgu yapılır olmuş.
Yapanı belli olmayan bir diğer tılsımda, Sığacık’taki Karagöl’de olduğuna inanılan tılsımmış.

Bu tılsım, suyunun kaynağı tespit edilemeyen Karagöl’ün dibinde bulunduğuna inanılan bir hazineyle ilgiliymiş. Göl’ün genel görüntüsü kara renkteymiş. Göldeki balıklar ve taşlarda aynı renkteki görünüme sahiplermiş.
“her birinin kendine has biçimi,
kurşun mühür yuvaları ve
Latince yazıtları bulunan
yarı işli 61 bloğun
günümüzde de olmasıdır.”
Göl ve civarını ele geçirmeye çalışan Hintli ve Magripli definecilerin burada helak olup göl kenarında yattıkları, Evliya Çelebinin altını çizdiği bir başka husus olmuş. Gölün kıyısında üst üste yatmakta olan helak olmuş definecilere kanıt ise “her birinin kendine has biçimi, kurşun mühür yuvaları ve Latince yazıtları bulunan yarı işli 61 bloğun günümüzde de olmasıdır. (“Teos Arkeoloji Kazısı 2010 Yılı Kazı Raporu” ) Seyahatnamede bahsedilenlere göre; “ zamanın beherinde Karagöl’ün kenarına define işleri ile uğraşan bir derviş gelmiş. Burada kırk gün erbain (zikir ve fikirle vakti değerlendirmek) çıkarmış. Bir süre sonra Göl’deki su çekilmiş. Cehennem çukuruna benzer bir çukur, çukur ’un tam ortasında demir kapılı bir mağara, kapının önünde de fazlaca miktarda göz kamaştıran altın, gümüş ve mücevherat çıkmış. Derviş hazineden ihtiyacı kadar almış ve çekip gitmiş. Olayı gören köylüler çok geçmeden hazineye hücum etmişler. Kavga dövüş gırtlak gırtlağa birbirine girenler kapışmakla yetinmeyip, içi hazine dolu mağaranın demir kapısını sökmeye dahi yeltenmişler. Mağaranın içerisinden bir anda boşalan suyla ekserisi burada helak olmuşlar. Kurtulanların sayısı ise bir elin parmakları kadar olmuş. Olanlarla yetinmeyen ahali, dervişi arayıp bulmuşlar. Sultan Ahmet Han hazretlerinin huzuruna hep birlikte çıkmışlar. Hadiseyi bir bir anlatmışlar. Padişah’ın emriyle, derviş, kapucubaşı ve üç-beş ahali yeniden Karagöl’e gelmişler. Derviş ‘in kırk gün erbaininden sonra Göl’ ün suyu tekrar çekilmiş. Dervişin, ortaya çıkan mağaranın önündeki demir kapıya dokunmasıyla birlikte derviş ve ahali paramparça oluvermişler. Bu kez kurtulan sadece kapucubaşı olmuş.

Son tılsım ise Tire, Yenice köyünde yapılmış. Son tılsımda, Yenice köyünde yaşayan, cömertliği ve tükenmez hazinesiyle tanınan Seyyid Bekir Ağa’nın tılsımıyla ilgilidir. Seyyid Bekir Ağa; evinde, yaz-kış, sabah-akşam, iki öğün Halil İbrahim Sofrası kurduran, günlük ikişer yüz sahan miskli yemeği seçkin, halk, âlim ve avam ayrımı yapmadan herkese bol bol yediren cömert bir zattır. Her gece saz ve söz eşliğinde Pisagor faslı düzenleyen bu zat, gecelik ortalama 70-80 tane ipekli yatakta misafir ağırlamaktadır. Seyyid Bekir Ağa halim selim keremli ve gece sabah vaktine kadar ibadet eden bir kişidir.” Bekir Ağa’nın bu özelliklerinden sonra; definecilikte usta veya tılsım sahibi olduğu ya da bir fukaranın nefesiyle zengin olduğu için, fukaralar ile yakın görüşen bir kişi olduğunu da belirten Evliya Çelebi, Bekir Ağa’nın bir benzeri daha olmayan konuksever bir zat olduğunu da vurgulamaktadır.
Yapanı belli olan tılsımlara gelince, bu üç tılsım da İzmir’in ilk sahiplerinden olan Kaydefa’nın tılsımlarıdır. Evliya Çelebi, Seyahatnamesinin 9. cildinde İzmir ve çevresinden bahsederken; Kraliçe Kaydefa’yı (Saba Melikesi Belkıs), Büyük İskender ile çağdaşlaştırır. Onun Bergama Kalesi’nin sahibi olduğunu, “Halkalı Pınar” adlı su kaynağındaki balıkların Kaydefa (Kıdefa) tarafından tılsımlandığını belirtir. Kaydefa hakkında derinlemesine bilgi vermeye devam eden seyyah; Kaydefa’nın İzmir Kalesi’nin de (Kadifekale) sahibi olduğunu ve kaleyi Büyük İskender’den korktuğu için yaptırdığını, kızı Urlice adlı melikenin de korkudan kaynaklanan korunma duygusuyla Urla Kalesi’ni yaptırmış olduğunu anlattır. Akabinde ve devamında ise Selçuklu Sultanı Alaeddin’in veziri Sığla oğlu Ali Bey’in İzmir’i Kaydefa’nın soyundan gelen “İzmirne” adlı kraliçenin elinden aldığına dair bilgilerde vermiştir. Seyahatnâme’nin İzmir kısmında Kaydefa’ya ait ilk tılsım; “Halkalı Pınar” mesiresinde bulunan “Balıklı Göle” yapılan tılsımdır.
- DEVAMI VAR –