Önceki yazımın devamı niteliğindeki bu makalemle zarif, nadide, prenses, azim ve kadim kent İzmir’in tılsımları adlı seriyi sonlandırıyoruz inşallah.

Yaşasaydı bugün 404 yaşında olacak olan Seyyah-ı Âlem, Evliya Çelebinin “Allah düşmanın zararından korusun” diye duada bulunduğu İzmir’e dair efsane ve tılsımlar sadece bunlardan ibaret değil. Emin olunuz ki, yaşadığımız kente dair yüzlerce okunası efsane ve tılsım mevcuttur. Mevzuya daldığınızda o zamanların İzmir’iyle özdeşleşiveriyorsunuz. Ve o devirlerde, hassaten de Devr-i Osmanlının İzmir’inde insanların daha hoşgörülü, daha paylaşımcı, daha saygılı, saygın, naif ve dahi daha manidar yaşadıklarını kısa araştırmam esnasında duyduğum keyif ve aldığım hazdan hissedebildim diyebilirim.

Dönelim asıl mevzumuza. Tılsımlara kaldığımız yerden devam edelim. Evliya Çelebi’nin, 50 yıllık gezi birikimi neticesinde oluşan Seyahatnamesindeki anlatımlarında uzun uzun yer verdiği Halkalı Pınar (Halkalı Punar) mesiresindeki gölde bin çeşit balık bulunmaktaymış. Balıklar, “evliya nazargâhı” olması sebebiyle zinhar avlanmamaktaymışlar. Bahsimize konu balıklar insandan kaçmayan bilakis mesire yerine gezmeye gelenlere doğru sıçrayarak çeşitli oyunlar yapan cinstenmişler. Mamafih, haftanın her günü erkeklere görünen bu balıklar, kadınların bölgeye geldiği Çarşamba günleri görünmemekteymişler. Balıkların kadınlara görünmemesinin sebebi ise, Evliya Çelebi’nin civarda yaşayanlardan öğrendiğine göre, Kraliçe Kaydefa’nın tılsımına bağlanmaktaymış. Evliya Çelebi, mesire ve göl için “bu yer bir kayadan çıkan sudur ki, ol suyun dört bir yanında gül bahçeleri, lale bağları ile büyük gölgeli ağaçlar bulunur. Yine ol sudur ki, içi insanlardan kaçmayan, ellerinden ekmek dahi yiyecek kadar uysal olan balıklarla doludur. Amma ve de lakin ol balıklar suyun başına kadınlar geldiğinde nedendir bilinmez göze görünmez olur. Nedendir bilinmez, bilinmez amma bu hal Kaydefa Melikesinin tılsımına yorulur.” ifadesiyle Halkalı Pınar mesire yerini son derece güzel bir şekilde tasvir etmiştir.

Evliya Çelebi’nin anlattıklarına göre bu mesire yeri günümüz Şanlıurfasında yer alan Balıklıgöl benzeri bir yer olduğu anlaşılmakta. Ayrıca XX. yüzyılın başlarına kadar o muhitte dünyanın en sıcak yer altı suyuna sahip kaplıcalarının ve buna bağlı şifalı su kaynaklarının varlığı ve bolluğundan tarihi kaynaklarda sıkça bahsedilmektedir. Turizmde nal toplayanlara duyurulur. Dönüp birde şimdiki haline bakar mısınız? Belki de birçoğumuz yerini bile bilmiyoruzdur. (Tepecik Göğüs Hastanesi ile Askeri Fabrika arasında kalan bölge, bölge içerisinde birde Osmanlı devrine ait yıkılmaya terk edilmiş canım bir Şadırvanda mevcut. Müslüman Türkler İzmir’e gelmeden öncede bu yeri Artemis (Diana) Hamamları olarak tarih kitaplarında da bulabilirsiniz.) Halkalı Pınar’daki balıkların erkeklere görünmelerine ve hatta onların ellerinden yemek yemelerine rağmen, Çarşamba günü gelen kadınlara görünmemeleri fevkalade dikkat çekicidir. Buradan hareketle Çarşamba günü için kadınların toplanma, eğlenme ve şifalı hamam günü olarak farklı bir özellik gösteren bir gün olduğu da ifade edilebilir. Çarşamba; eski Türk inançları ve uygulamalarına bağlı olarak yapılan birçok tedavi ve sağaltma amaçlı uygulamaların yapıldığı özel bir gün olarak da dikkatimizi çekmekte.

Yapanı belli olan ikinci tılsım, Kraliçe Kaydefa’nın sureti ile ilgilidir. Bugünkü adıyla Kadifekale’nin (Bahirkale); “batı kapısının iç kısmındaki kulenin iki adam boyu yüksek bir noktasında ve bir küçük kemer altında Kaydefa’nın beyaz ham mermerden sureti (heykeli) bulunmaktadır.” Bu suret, Evliya Çelebi tarafından; “canlı gibi, ne tarafa dönersen o tarafa bakar, gülersen güler gibi ağlarsan da ağlar gibi görünür” şeklinde tasvir edilmiştir. Kraliçe Kaydefa’nın suretinin yönünün kuzeye doğru baktığını belirten Evliya Çelebi, bu suretin tılsımlı olduğunu ve orada bulunan büyük bir hazineyi koruduğunun işaretidir. Hazinenin saklı olduğu kulenin diğer burçlardan daha sağlam yapılmış olduğuna dair gözlemiyle bu inancını destekler.
Üçüncü tılsım, Kadifekale’deki hazinenin saklandığı burcun dış cephesinde bulunan, mermer heykelin bakışlarının çevrili olduğu taraftaki, Kaydefa’nın kendi eliyle diktiği ve Evliya Çelebinin de “yeryüzünün yedi iklimini seyrettiğim halde seyrinde benzerini görmediğim tuhaf bir ağaçtır” dediği ağaçtır. Hazine ile yakın olduğu düşünülen ağaç, kırık dalına dokunanı felç etmiş, yakılması halinde ise yakanlara eza ve ölüm olmuş. Evliya Çelebi, bir gün şiddetli esen bir rüzgâr nedeniyle ağacın bir dalının kırıldığının, Hasan Beşe adındaki kişinin bu dalı evine götürüp yaktığının, bunun üzerine eşi, üç cariyesi, üç çocuğu ve aynı mahallede oturan on yedi kişinin yanan daldan çıkan bir çeşit zehirli gaz ile zehirlenerek can verdiklerinin, yine Hasan Beşe’nin aynı zehirli gazın etkisiyle bir kolunun felç olduğunun, bir süre böylece yaşadıktan sonra da vefat ettiğinin kendisine anlatıldığını belirtir. Bu olağanüstü ağaçtan elde edilen yağın ise yetmiş iki derde deva olduğu dilden dile söylene gelen ayrı bir efsanedir. Yaşadığımız kentin tarihini ve değerini bilmek ayrıcalıktır. Yeni bir makalemizde buluşuncaya dek kalın sağlıcakla.
- SON –
*** Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnâmesi: Kütahya,
Manisa, İzmir, Antalya, Karaman, Adana, Halep, Şam, Kudüs,
Mekke, Medine. 9. Kitap, 1. Cilt, Haz: Seyit Ali Kahraman. İstanbul: YKY, 2011