
İzmir, tarihinin her döneminde cazibe merkezi olmuş. Gerek coğrafi konumu, dünyanın neredeyse merkezinde bulunması gerek iklimi, gerek bitki çeşitliliği ve gerekse de tarihi ve doğal güzellikleri, verimli toprakları ve denizi ile asırlardır değişik medeniyetlerce uğruna savaşılmaktan kaçınılmamış, eşine az rastlanır güzeller güzeli bir beldedir. Hal böyle olunca da tarihin önemli sayılabilecek medeniyetleri kentimizin mazisinde yaşamlarını sürmüşler. Gelmişler, konmuşlar, görmüşler en nihayetinde de göçmüşler. Her biri inanç ve kültürel mahiyette derin izler, eşsiz eserler bırakmışlar. Bu iz ve eserlerin bir kısmı günümüze kadar ulaşmış bir kısmı ise savaşlar, doğal afetler ve adam sendeciliğe sebep bir bir yok olup gitmişler. Kenti yakıp yıkan savaşlara bir örnek vermek gerekirse; Anadolu’da Pers istilasını örnek olarak verebiliriz.

Pers İmparatoru Kyros’ un Orduları Anadolu’da ilerlerken, Lydia Krallığına(Kral Krezüs) karşı Ege’nin kıyı kentlerinin kendisini desteklemesini istemiş. Bu isteğe uymayan Ege’nin kıyı kentlerini cezalandırmak amacıyla, Pers İmparatoru Lydia’nın başkenti Sardes’i ele geçirdikten sonra, diğer kıyı kentleriyle birlikte İzmir’e de saldırmış. Pers Ordularının saldırısı sonucu M.Ö. 545 yılında o günkü Smyrna bugünkü İzmir ciddi manada tahrip edilmiş. Böylesi büyük bir tahribattan sonra Bayraklı’daki yerleşim alanında bir daha kent düzeninde bir yerleşim olmamış. Dönemin medeniyetlerine ait birçok eserde yakılıp, yıkılıp, yağlanmanmış. Değişik vesilelerle yitip yok olup giden tarihi ve kültürel zenginliklerin başında paganizme ait tapınakları da sayabiliriz.
Bu makalemde sadece şehrimizin merkezinde bulunan tapınaklara ışık tutmaya çalışacağım. İlçelerimizde bulunanları ise konuyu uzatmamak adına ilerleyen bölümlerde sadece ismen zikredeceğim. Tapınaklara değinmeden dilerseniz kısaca Paganizmi tanımlayalım.

Paganizm; agırlıklı olarak Semavi dinler öncesi döneme ait inanç biçimleridir. Kökenleri dünyanın kadim doğa dinlerine uzanan spiritüel bir yaşam tarzıdır. Temelde kökleri Avrupa’nın eski inanç biçimi ve bu dinlerinin genel adıdır. Öğretide birden çok tanrının varlığına inanılır. İnanılan bu tanrıların ortak özelliklerinin, insan görüntüsünde, fakat ölümsüz ve insanüstü güçlere sahip olmaları ile insanlar gibi çocuklarından ve eşlerinden oluşan ailelerinin ve maişet kaygılarının bulunmasıydı. Yer Tanrısı, Gök Tanrısı, Savaş Tanrısı, Aşk Tanrısı, Bereket Tanrısı, Güzellik Tanrısı, Deniz Tanrısı, Nehir Tanrısı v.b. gibi hareket eden hemen her şeye bir tanrı atfedilmiş. Paganizm inancına mensup kişilere ise Pagan denir. Baştan vurgulanması gereken önemli kısım; 20.Yüzyıla kadar insanların dinî pratiklerini tanımlarken kendilerini pagan olarak adlandırmadıklarıdır. Bugün genel olarak anlaşıldığı üzere Pagan kavramı erken dönem Hristiyan Kilisesi tarafından oluşturulmuştur. Pagan kavramı, Hıristiyanların kendilerini tanımlama sürecinin merkezinde yer alan antitezlerden biri olarak Hıristiyanların başkalarına uyguladıkları bir etiketti. Hal böyle olunca da tarih boyunca genellikle aşağılayıcı, küçültücü bir anlamda kullanılmış olsa da genel olarak putperestlik, Tek Tanrılı dinlerin kesin bir dille karşı çıktıkları bir inanma biçimini ifade etmektedir. Tapınak kavramı ise kısaca paganların ibadet yerleridir. Bu inanç biçimi Semavi Dinler öncesinde İzmir’de de boy göstermiş. Sonraki yazılarımda ise Musevilik ve İsevilik ile özelikle Nasıralı İsa’nın (Hz. İsa A.S.’ ın) annesi başta Yahudi sonrasında ise Hristiyan olan Yeni Ahit’ te ve Kur’anı Azimüşşanda da önemle kendisinden bahsedilen Kutsal Hz. Meryem (Meryem-i Mukaddes)Validemizin İzmir’de Paganlardan gördüğü zulme ve baskılara değinip oradan da yüce dini mübinimiz İslamla şeref yad olmuş kentimizdeki tarihi ve kültürel zenginliklere doğru yelken açaçagız inşallah. Haydi buyurunuz.

İlk tapınağımız için Helen İmparatorluğuna değin uzanalım. Bayraklı (Eski İzmir-Tepekule-Smyrna)’da bulunan kentin en önemli ve en eski Tapınağı olan ve Bilgelik, savaş, zanaat tanrıçası, Baş tanrıça Zeus’un ilk karısı hikmet tanrıçası Metis’ten doğma ve Zeus’un en sevdiği kızı, Olympos tanrıları arasında belki de en zekisi, en cesuru ve kesinlikle en akıllı olanı namı diğer Pallas veya Minerva olan Tanrıça Athenaya adanan Athena Tapınağı olsun. Tapınak Symyrna Höyüğünün Doğu kapısının önünde ve savunma duvarının hemen bitişiğinde yer almakta. Dogu Helen dünyasının en eski (M.Ö. 640-580) ve en muhteşem mimari eserlerinden olan Tapınağa ait en güzel sütun başlıkları kısmen de olsa günümüze değin ulaşabilmiştir. Tapınağın en önemli özelliği Helen İmparatorluğunun dönemin en ihtişamlı İmparatorluğu olmasının göstergesi olmasıdır. M.Ö. 545’de vuku bulan savaşta Athena Tapınağı da tahrip olmuştur. Orijinaline uygun restore edilebilirmiydi? Evet, istenseydi edilebilirdi. Neticede bu tür eserler hangi inanca ait olurlarsa olsunlar insanlığın ortak malıdırlar. Bulunduğu beldelerin süsü, zenginliğidirler. Geçmişine dair ipuçlarını üzerlerinde taşırlar.

Tanrıça Athena aynı zamanda da bir mitoloji delisiymiş. Yeri gelmişken Yunan Mitolojisinde yer alan bir efsanesine de değinmeden geçmeyelim. Efsane buya; fakir bir balıkçı bir gün deniz kenarında yaşlı bir adam görür. Adam çok yaşlı, yorgun ve açtır. Yaşlı adam balıkçıdan yardım dilenir. Balıkçı da acıyıp yaşlı adamı evine götürür. Karnını bir güzel doyurur. Bunun üzerine yaşlı adam “sen çok iyi bir insansın seni ödüllendireceğim” der ve birden denizler tanrısı Poseidona dönüşür. Poseidon yaşlı adama sizin köyünüzün Tanrısı kim? Diye sorar ve köyün Tanrısının kardeşi Zeus’un kızı Athena olduğunu öğrenir. Bu arada Athena da olanları duymuş ve köylünün evine gelmiştir. Sözüm ona iki Tanrı köy senindir benimdir diyerek birbirlerine girince Zeus müdahale etmiş. Bir müsabaka düzenleyelim köye en güzel hediyeyi veren köyün Tanrısı olsun demiş. Tanrılar bu teklifi kabul etmişler. Poseidon, denizler arasından muhteşem güzellikte 4 at çıkarmış. Bunlar dünyanın en hızlı ve en güzel atları, bunlarla çok uzaklara gidebilir büyük Orduları yenebilirsiniz demiş. Sıra Athena’ya gelmiş. Athena ise elindeki asasını yakınlardaki bir kayaya vurmuş. Hemen oracıkta kavruk çalıya benzer bir ağaççık belirmiş. Bunu gören Poseidon kahkahalarla gülmüş. Athena ise gayet hınzır bir gülümseme ile anlatmaya başlamış.

Bakın demiş köylüye; bu ağacın ismi Zeytin ağacı. Bu ağaç yüzyıllarca yaşar meyvelerini yeşilken veya kararınca ekmek arasına katık yapıp yersiniz, meyvesini ezip yağ yaparsınız. Yağını kandillerde yakıp aydınlanır, yaralara sürerseniz şifa olur ve dahi yağı ile yemek de yapabilirsiniz. Çekirdeğinden de bir tür elyaf üretebilirsiniz demiş. Velhâsılı, Zeus en faydalı hediyeyi verdiği için müsabakayı Athena’nın kazandığını ilan etmiş. Yaşlı köylü Zeytin ağacını Tanrıça Athena’dan alıp hemen oracığa dikivermiş. Dikiş o dikiş olmuş. O gün bugündür de Egenin her iki yakası Zeytinden ve bereketinden geçilmez olmuş. Ez cümle günümüzde Yaradana (c.c.) inanmayan milyarlar var iken geçmişte elin adamlarının sözüm ona düzinelerce Tanrıya inanmış olması oldukça düşündürücü. Kalın Saglıcakla…